BUENOS AIRES

BUENOS AIRES’DE BİR VİZYON[1]

Seri: Şehirlerin Hikayeleri

Yazar: Pierre Scordia | Çeviren: Meltem Başoğlu

Kalabalık Avenida Santa Fé’de, gökyüzünün aniden kararması onu şaşırttı. Porteño’nun tipik yaz rüzgârına ve sağanak yağmuruna yakalanmadan önce Café Tortoni’ye ulaşmayı umarak, yaya ışıklarına pek aldırış etmeden karşıdan karşıya geçti. O öğleden sonra trafik o kadar yoğundu ki, arabaların arasında güvenle zikzak çizebiliyordu. Tek istediği metro istasyonuna olabildiğince hızlı ulaşmaktı.

Subte’nin merdivenlerini rüzgâr gibi hızla indi ve Scalabrini Ortiz İstasyonu’nun peronuna ulaştı. Peron çok kalabalıktı. Boyu 1.90 olan Eva, birçok hemşerisinden daha uzundu. Zayıf, güzel ve her zaman güler yüzlüydü, bu da kalabalıkta işine yarıyordu çünkü erkekler her zaman onun öne geçmesine izin vermeye hevesliydi. O gün beyaz bir yazlık elbise giymişti ve kitapları için küçük bir kol çantası taşıyordu. Buna karşın, perondaki yolcuların çoğu alışveriş çantaları taşıyordu; aralık ayının bu zamanında Arjantinliler, hızla yükselen enflasyon aylık maaşlarını eritmeden önce alışverişe koşuyorlardı. Eva, bazı çeviri işlerinden kazandığı birkaç bin pesoyu yarın harcamayı planlıyordu. Üniversitenin ilk yılını yeni bitirdiği için tatile çıkmak istiyor ama nereye gideceğine bir türlü karar veremiyordu, komşu ülke Uruguay’daki göz alıcı Punta del Este ile ailesinin yazlık villası Mar del Plata arasında kararsız kalıyordu.

“Dorian Gray’in Portresi “ni orijinal versiyonundan okuyordu. Eva dil eğitimi almayı seçmişti çünkü dünyayı gezmek ve edebiyat aracılığıyla geçmişi keşfetmek istiyordu. Britanya’dan, dünyadaki diğer ülkelere nazaran çok etkilenmişti; parlamenter sistemlerini dünyanın geri kalanına dayatmayı başaran ve Nazi çılgınlığına karşı metanetle direnen bu halka büyük bir hayranlık duyuyordu. Eva Lebowsky, anne tarafından Alman olmasına rağmen babasının Yahudi kökenlerinin farkındaydı. Yine de Naziler, Müttefikler[2] tarafından yenilgiye uğratılmamış olsaydı bu dünyada olur muydu? Sarışınlığı ve ince yüz hatları onu kurtarabilir miydi? Alman dostları savaşı kazansaydı General Perón ve onun belirsiz gizli cemiyeti GOU[3] onu tutuklatır mıydı? Eva kısa bir süre için düşüncelerinde kayboldu, ta ki birisinin ona dikkatlice baktığını hissedene kadar. Başını kaldırdığında bir adamın kendisine baktığını fark etti. Rahatsız oldu.

Metro vagonuna adımını attı ve bir yere oturup kitabını okumaya heveslendi. Ülke ekonomik bir uçuruma doğru sürükleniyordu ve iktidardaki generaller son derece zalimleşmeye başlamışlardı. Siyasi baskılar her zamankinden daha acımasız hale gelmişti. Bu sıkıntılı zamanlarda göz temasından kaçınmak en güvenlisiydi.

Başkentten olmadığı belliydi. Koyu teni, parlak geniş siyah gözleri ve hafif çengelli burnuyla ona yerli halktan biri gibi göründü. Muhtemelen kuzeydeki bir eyaletten, hatta belki de Bolivya’dan geliyordu. Yüzü alışılmadık bir güzelliğe sahip olsa da kederli ifadesi rahatsız ediciydi. Şehvetli, yoğun ama hüzünlü bakışları, Eva’yı etkiledi. Ona dair kötü bir şeylerin olduğunu seziyordu. Göz göze gelmemek için kendini zor tutuyordu. Burnunu romanına gömdü ve okumaya devam etti.

Tren Callao istasyonuna vardığında, vagona birden kalabalıklaştı. Hamile bir kadın Eva’ya koltuğunu bırakıp bırakamayacağını sordu, o da memnuniyetle yerini verdi. Ayağa kalktı, kitabını çantasına koydu ve askıdaki bir tutamağa sıkıca tutundu. Birden kendini çoğunluğu erkek olan birçok yolcuyla çevrili buldu. Bu sıcak yaz gününün yapışkan sıcağı insanları terletiyor ve tüm o karışık vücut kokuları onu rahatsız ediyordu. Yabancı, dikkat çekmeden ve yavaşça ona yaklaştı ve bir kez daha ona baktı. Eva onun küstah bakışlarına karşı koydu ama çok geçmeden kendini kötü hissetmeye başladı, başı döndü ve bayıldı.

Farklı bir zamana, farklı bir yere sürüklendi. Kuzey şehirlerinden Santiago del Estero’nun ıssız bir sokağında tek başına duruyordu. Hava sıcak, kuru ve tozluydu, bu da etrafın göründüğünden daha da boş olduğu izlenimini veriyordu. Takım elbiseli ve güneş gözlüklü iki adam ve güzel beyaz bir bungalova zorla girdi. Beş dakika sonra, bir adamı kollarından tutup sürükleyerek dışarı çıktılar. Adamın yüzü yara bere ve kanlar içindeydi. Bacağında da yara görünüyordu, belki de bir kurşunla açılmış bir yara. Aceleyle Peugeot marka bir arabaya bindiler ve hızla uzaklaştılar. Eva kilometrelerce arabayı takip etmeye devam etti; sadece zihin gücüyle kendini yerinden oynatabiliyor gibiydi. Sonunda adamlar şık bir evin önünde durdular. Garip bir şekilde onu göremediler. Evin içinde kadın ve erkeklerin bulunduğu kafesler vardı. Yaralı genç adamı bir tanesinin içine attılar.

Yarım saat sonra sürükleyerek dışarı çıkardılar. Acımasız bir sorgulama sırasında tek kelime etmedi, sadece işkencecisi cinsel organına elektrik şoku verdiğinde, sol işaret parmağından tırnağını çektiğinde ve boynunda bir sigara söndürdüğünde ağladı. Sonunda bir subay, mahkumun “helikopter gezintisi” için federal başkentteki Donanma Makine Mühendisliği Okulu’na götürülmesi emrini verdi. Eva artık helikopterin Güney Atlantik Okyanusu üzerinde zonkladığını duyabiliyordu. Uyuşturulmuş, güçsüz bir halde, elleri ve ayakları bir tuğlaya bağlanmış genç adamın şişmiş yüzüne tanık oldu. Ona yardım etmek istedi ama bırakın ellerindeki ipi çözmeyi, kendini konuşamaz ya da çığlık atamaz halde buldu. Ona neler oluyordu? Bakıştığı adamı tanıdı. Buenos Aires kıyılarından kilometrelerce uzakta, açık denizin üç bin fit yukarısına bırakılmak üzereydi. Kendini, görevini yerine getirememiş bir melek gibi gökyüzünden düşerken buldu.

Yüzünde hafif dokunuşlar hissetti. Gözlerini açtı ve garip adamı gördü. Adam onu sağ kolundan tutuyordu. Tribunales Subte istasyonunun yakınındaki kaldırımda yarı yatar haldeydi.
-“İyi misiniz bayan? Metroda bayıldınız. Ambulans yolda.”
-“Kafam çok karışık. Bana ne olduğunu bilmiyorum. Kendimi rezil ettim. Çok özür dilerim.”
-“Lütfen, endişelenmeyin. Sıcaktan olmalı.”
-“Bana yardım etmeniz çok nazik bir davranış. İsminiz nedir? ”
-“Andrés Carrero, Tıp Fakültesi’nde öğrenciyim.”
-“Buralı değilsiniz, değil mi?”
-“Hayır, kuzeydenim, Santiago del Estero’dan. Oraya hiç gittiniz mi? … Hanımefendi, iyi misiniz? Çok solgun görünüyorsunuz.”

Bu tesadüf karşısında dehşete düşen Eva’nın nutku tutuldu.
Sonra fısıldamayı başardı: “Lütfen oraya geri dönmeyin, size yalvarıyorum…”
“Benim için endişelenmeyin hanımefendi. Ülkenin kuzeyine dönmek gibi bir niyetim yok. Burada çalışmalarımla çok meşgulüm. Buenos Aires benim evim” diye neşeyle cevap verdi.
Gülümseyerek ona baktı, sonra ifadesi sabit bir sırıtışa dönüştü. Yüzündeki tüm neşe izleri kayboldu. Yok oldu.
Şehrin üzerine sağanak yağmur yağmaya başladı.
Gözyaşları Eva’nın yüzünden aşağı akmaya başladı.

Copyright: 2017©Pierre Scordia

***

[1] Vizyon kelimesi dilimize Fransızca “vision” kelimesinden geçmiştir. Olacak bir şeyi görmek anlamına gelmektedir. Öngörü, tahayyül.
[2] II. Dünya Savaşı sırasında Almanya’ya karşı savaşan ülkeler Müttefikler grubunu oluşturmaktaydı. Ülkelerin katılımı ve rolüne bağlı olarak farklı şekillerde oluşmuştur, ancak temel üyeler İngiltere, ABD ve Sovyetler Birliği’dir. Ayrıca Müttefikler grubu, Avustralya, Kanada, Fransa, Çin ve diğer birçok Avrupa, Afrika ve Asya ülkesini de içermekteydi.
[3] “Grupo de Oficiales Unidos” veya “Birleşik Subaylar Grubu” dur. GOU, Peron’un liderliğindeki hükümette çalışan Arjantin askeri subaylarının oluşturduğu bir gizli örgüttü. Örgüt, Arjantin’deki sol muhalefet partileri ve sendikalarını bastırmak için kullanılıyordu. 1955 yılında, sivil toplum örgütleri, işçi sendikaları ve muhafazakâr Arjantin askeri subaylarının bir araya gelmesiyle “Revolución Libertadora” adı verilen bir askeri darbe gerçekleşti. GOU, darbe planlamasında yer aldı ve lider rolünü oynadı, bu nedenle Peron’un devrilmesinde etkili bir faktör oldu. Darbe sonucunda Peron hükümeti devrildi ve GOU’nun etkisi azaldı.



Follow Us

Facebooktwitterlinkedinrssyoutubeinstagram

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

SXSW 2023

April 25, 2023