49. Yıldönümünde Mayıs 68’e bir bakış
Ceylin Leda Gür
Bundan yaklaşık yarım yüzyıl önce, Mayıs ayında Fransa’da alevlenip tüm dünyayı etkisi altına alan 68 olayları sırasında geçen Düşler, Tutkular ve Suçlar filmi, öğrencilerin seslerini duyurmak için kendilerine dayatılan politik değerlere başkaldırmalarını ve kendilerini keşfetme yolunda geçirdikleri cinsel özgürlüğü anlatıyor. 68 olaylarına tanıklık eden Fransız müzisyen Pierre Delorme, anlattıklarıyla bizi o dönemin atmosferine alıp götürüyor.
Yönetmen Bernardo Bertolucci, izleyicileri sokakların devrim haykırışıyla çalkalandığı 1968 yılının Paris’ine götürüyor. Film, daha ilk sahnede izleyiciyi 68 baharının atmosferine sürükler. Bu sahnede ucuz film gösterimi yapılan ve sosyalist öğrencilerin kendilerini kültürel olarak geliştirdiği Cinémathèque’in kurucusu Henri Langlois’nın görevden alınmasını protesto eden öğrencilerle karşılaşırız. Bu sırada bildiri okuyan oyuncular, gerçekte de aynı protesto sırasında bildiri okumuşlardır. Bertolucci, 68 baharından alınan gerçek, siyah-beyaz görüntüleri bu sahneye ekleyerek geçmişi ve şimdiyi bir araya getirir. Protestolar sırasında, sinema tutkusuyla Paris’e sürüklenen Amerikalı öğrenci Matthew (Michael Pitt), Isabelle (Eva Green) ve erkek kardeşi Theo (Louis Garrel) ile tanışır. Isabelle ve Theo’nun anne-babaları tatil için evden gittiğinde, Matthew evlerinde onlarla kalmaya başlar. Dönemin gençliği sokaklara dökülüp eylem yaparken, bu üç genç evde ünlü müzisyenler ve yönetmenler hakkında uzun tartışmalara girerler ve birbirlerine sinema soruları sorarak bilemeyene cinsel cezalar vererek, birbirlerini tanımaya başlarlar. Kendilerini dış dünyadan soyutlayıp hayali bir dünyada yaşamaya çalışsalar da politik gerçeklikten asla kaçamazlar. Filmin bir sahnesinde artık sevgili olan Isabelle ve Matthew yolda yürürken bir dükkânda, televizyon ekranında Paris’in her tarafında yaşanan ayaklanmaların haberini görürler. Isabelle televizyon izlemenin saflık olduğunu söyler ve arkasını döner, bu kez de sokağa dağ gibi yığılmış olan eylemcilerden kalan pankartlarla karşılaşır. Filmin en ilginç tarafı ise sinema tarihine çokça göndermeler yapan Bertolucci’nin, filmdeki sinema övgüsünü dışa vurmak için seçtiği yoldur. Filmin sahneleri, Jean Seberg, Greta Garbo ve Marlene Dietrich gibi ünlü sinema oyuncularını barındıran siyah-beyaz film dönemindeki sahnelerle iç içedir. Filmin sonunda, daha çok Burjuva sınıfını temsil eden Isabelle ve Theo’nun, evde kendilerine yarattıkları balonun içinden sıyrılıp “Fransız” kaldıkları dış dünyaya atılmaları etkileyici bir biçimde işlenir. Filmde de geçtiği gibi sokak, evin içine girer. Protestolar sırasında Theo ve Isabelle çatışma sırasında ellerine molotof kokteyli alıp polislere atacakken, Matthew “Hayır, biz bu değiliz” diyerek kardeşlerden ayrılır ve kendi yoluna devam eder. Kardeşler ise birlikte koşarak molotof kokteylini polislere atar ve ardından kaçarlar. Polisler büyük bir şiddet içinde coplarla kalabalığa saldırmaya hazırlanırken protestonun sesi alçalır ve kapanış sekansında Edith Piaf’ın “Non, Je ne regrette rien” (Hiçbir şeyden pişman değilim) şarkısı yükselir. Film Isabelle ve Theo’nun, kendi dünyalarından dışarı sıyrılmamak için direnseler de politikaya kayıtsız kalamayıp kendilerini sokaklarda, eylemlerin tam ortasında bulmasıyla sona erer. Filmin başından sonuna dek yan tema olarak işlenilen ve en vurucu tarafı olan final sahnesiyle izleyicide merak uyandıran Mayıs 68 olaylarında neler yaşandı?
“Yasaklamak yasaktır”: 1968 Paris
Vietnam Savaşı’nın dorukta olduğu ve Cezayir’in şiddetli ayaklanmalarla çalkalandığı 68 ilkbaharında, duvarları şu sloganlar doldurmuştu:
“ Yasaklamak Yasaktır”,
“Alttakiler Tepeye”,
“Mutluluğunu satın alıyorlar. Onu geri çal”…
Batı’nın kapitalist ülkelerinden biri olarak kabul edilen Fransa’da, 1968 baharında gençlerin içinde devrim umutları ateşlenmeye başlamıştı. Nanterre Üniversitesi’nde Daniel Cohn Bendit önderliğinde öğrenciler emperyalizm karşıtı gösteriler düzenleyince dekan, fakülteyi idari olarak tatil etti. Buna karşılık protesto hareketi ertesi günden itibaren Sorbonne Üniversitesi’ne ve Quartier Latin’e sıçradı. Sorbonne’u işgal eden öğrenciler, cop ve göz yaşartıcı gaz kullanan polise “Çok Geç CRS (Toplum polisi) Sorbonne tapınak değildir” diye haykırdılar; özgürlükçü ve eleştirel siyasal ideallerini savunmak için direndiler. Quartier Latin’de polise karşı barikatlar kuruldu; polis şiddeti öylesine baskındı ki bu yüzden hayatını kaybeden gençler oldu. Ardından Odeon Tiyatrosu işgal edildi, Renault fabrikaları greve gitti. Gençlik hareketi, Paris’in ardından tüm üniversitelere yayıldı. Dünyanın en refah ülkelerinden birinde yaşayan gençlik, emperyalizme başkaldırıyordu. Öğrenciler, politikanın yanı sıra erkeklerin de kız yurtlarına giriş hakkı gibi gündelik yaşama ilişkin taleplerini de dile getirdiler.
Yaşamlarını değiştirme isteğiyle sokaklara dökülen gençler, “Duvarlar sözümüzdür” diyerek cinsel özgürlüğe dair isteklerini de sloganlarla ifade ediyorlardı:
“Zihniniz ne kadar çok açılıyorsa, fermuarınız o kadar çok açılıyordur”,
“Ne kadar çok sevişirsem, o kadar çok devrim yapmak istiyorum. Ne kadar çok devrim yaparsam, o kadar çok sevişmek istiyorum”.
Öğrencilerin, hükümete geri adım attırabildiğini gören işçiler de daha onurlu bir yaşam adına öğrenci hareketlerini desteklediler. İşçiler, kapitalizme karşı duran öğrencileri destekleyip grevlere başlayınca 68 olayları katlanarak güç kazandı. O dönemde, Fransa’nın siluetine bakıldığında fabrikaya kilitlenmiş patronlar ve fabrika kapılarında kızıl bayraklar görmek mümkündü. 1968 yılında protestolar o kadar ileriye gitti ki o sene Cannes Film Festivali’nde, Godard ve Truffaut tarafından Henri Langlois’nın görevden alınmasını protesto etmek ve olaylara destek olmak amacıyla, gösterimlerin olduğu sinemanın perdesi yerinden sökülerek festivalin yapılması engellendi.
Henri Langlois kimdir?
Henri Langlois Türkiye için hiç de yabancı olmayan bir isim, çünkü ünlü sinemacı 13 Kasım 1914′te İzmir’de doğdu, ardından ailesiyle birlikte Fransa’ya yerleşti. Küçük yaşlardan itibaren sinemaya duyduğu ilgi, onu bulduğu her filmi toplayıp, sınıflamaya ve zarar görenleri tamir etmeye sürükledi. Sinema tutkusu onun için öyle bir yerdeydi ki İkinci Dünya Savaşı sırasında sahip olduğu filmlerin tamamını banyosunda muhafaza ederek bu filmlerin zarar görmesini engelledi. 1936 yılında Fransız Devleti’nden yardım alarak Georges Franju ile birlikte Cinématheque Française’i kuran Langlois, Fransa’yı 68 Devrimi’ne sürükleyen en büyük kıvılcım sayılabilir. Çünkü Cinématheque’ten kovulmasıyla birçok yönetmen protestolara başlamış, öğrenciler sokaklara dökülüp kendilerini sinema salonlarına zincirlemiş, üstelik Jean-Luc Godard ve François Truffaut o sene Cannes Festivali’nin perdelerine asılarak film gösterimlerini engellemişler ve bir devrimin önayakçıları olduklarını Langlois olayı ile halka duyurmuşlardır. Fransız sineması’nın üstatlarından biri sayılan Langlois, Fransa’yı 68 Devrimi’ne sürükleyen en büyük kıvılcım olmuştur. Ancak Langlois’nın etkileri sadece Fransız sineması ve toplumu üzerinde sınırlı kalmamıştır. 1965 yılında Onat Kutlar, Hüseyin Baş ve Şakir Eczacıbaşı Fransa’daki eğitimleri sırasında Cinématheque’te filmler seyretmişler ve Langlois’nın yardımlarıyla Türkiye’de bir Sinematek derneği kurmuşlardır. Langlois Türkiye’ye birkaç kez gelmiş hatta İtalyan yönetmen Passolini’nin Türkiye’ye gelmesini sağlamıştır ancak Türkiye’nin sinemacılar üzerindeki yaptırımları ve politika üzerinden sanata müdahale etmeleri onun artık Türkiye’ye gelmeme kararı almasına yol açmıştır. Yılmaz Güney’i hapishanedeyken destekleyen, Umut’la başlayarak birçok filmini Fransa’da gösteren ve Fransa’ya ulaştıktan sonra Yılmaz Güney’i Glauber Rocha ve Elia Kazan başta olmak üzere önemli yönetmenle tanıştan Langlois, 1973 yılında Türkiye’ye gelmek istemesine rağmen Onat Kutlar’ın davetine “Ama Yılmaz (Güney) çıkmadan gelmem. Sinemacılarını hapse tıkan bir ülkede işim ne benim?” diyerek tepkisini ortaya koymuştur. Aynı nedenle kendi katkılarıyla Türkiye’de düzenlenen Fransa sinemasının 75. yılı gösterilerimlerine katılmayı reddetmiştir. Tüm bunlara bakıldığında sinema tarihinde tartışılmaz bir öneme sahip Langlois’ın İzmir’de başlayan yolculuğunun sadece Fransa’ya uzandığı söylemek doğru olmaz, çünkü onun Türkiye’deki sinema kültürüne katkıları da büyüktür.
Langlois olayıyla filizlenen, ardından Paris’i, hatta tüm Fransa’yı çalkalayan 68 olayları, Batının birçok kapitalist ülkesinde gençleri etkisi altına aldı. Türkiye dahil birçok ülkenin üniversitelerinde gençler ayağa kalktı.
Pierre Delorme
Villeurbanne Ulusal Müzik Okulu’nda şanson eğitimi veren ve 68 olaylarına tanıklık eden Pierre Delorme, sorularımı yanıtladı.
68 hareketini esasen öğrenciler tetikledi. Peki, işçiler olaylara nasıl dahil oldu?
Grev çağrısı işçi sendikaları aracılığıyla yapıldı. O zamanlarda işsizlik yoktu, ancak çalışma koşulları çok zordu ve ödemeler iyi değildi. Bu nedenle, işçiler de öğrencilerin hareketini izledi. Böylece “yoldaşlar” kardeşlik için fabrikalara yürüdüler, ama sadece Paris’te. İşçiler ve o dönemin burjuvazi öğrencileri arasında bağ kurmak oldukça zordu. Bence öğrenci gösterileri, olup bitenler için sadece bir semboldü.
Öğrencilerin öfkesi Charles de Gaulle hükümetine miydi, yoksa eylemleri Vietnam Savaşı ve Cezayir Bağımsızlık Savaşı’na bir tepki miydi?
Birçok şeyin kombinasyonu diyebilirim, ama Vietnam Savaşı değildi. Cezayir Bağımsızlık Savaşı ise 1962’de sona ermişti. Charles de Gaulle’den bahsedecek olursak; o artık eski bir dünyayı temsil ediyordu, yeni materyal dünyaya cevap vermiyordu ve gençlik artık yaşlı bir adamı, askeri istemiyordu.
Politik devrim beraberinde nasıl cinsel devrim getirdi?
İki hareket de birbiriyle bağlantılı. O sırada Kadın Özgürlük Hareketi (MLF) çok aktifti. Maddi olarak, 1967’de doğum kontrol ilacının yasallaştırılmasında önemli bir rol oynadı. Gençler için yasal yaş sınırı 21 olmasına rağmen doğum kontrol ilacı için anne-baba izni gerekiyordu! Sembolik olarak yaşlıların kısıtlayıcı cinsel ahlâk anlayışı, eğitimli ve serbest gençlerin özgürlük anlayışlarıyla uyuşmuyordu. Anglosaksonların pop ve rock şarkılarında ifade edilen özgürlük ve değişim arzusunun da bu değişimde payı vardı.
Gençlikliğin radikalleşme sürecinde onlara ilham veren, referans olan entelektüel kaynaklar nelerdir/kimlerdir? Hangi düşünür ve yazarlar onları etkiledi?
Marksizm Troçkizm, Maoizm ve anarşizm gibi farklı akımlar vardı. İlham kaynakları arasında Jean-Paul Sartre ve Michel Foucault gibi Fransız aydınlarının sembolik figürleri vardı. Ancak o dönem için radikalleşmenin bugünkü anlamından söz etmek doğru olur mu bilmiyorum. Fransa’da kimse kimseyi öldürmek istemedi.
Mayıs 68 protestolarına bizzat katıldınız mı?
On yedi yaşındaydım ve Lyon’da lise öğrencisiydim. Genç bir müzisyen olarak lise öğrencilerinin genel toplantılarına ve manifestolarına katıldım. Grev yapan işçileri eğlendirmek için birçok kez fabrikalarına gittim.
O dönemde bugünkü gibi bir sosyal medya oluşumu söz konusu değildi. İnsanlar nasıl bir fikir etrafında bir araya geldiler?
Üniversitelerde yapılan genel toplantılar, televizyon ve radyo gibi geleneksel medya organları aracılığıyla toplandılar.
Sizce protestolar ve çevresinde gelişen olayların kazanımları neler?
Özgürlük formları, gençler ve özellikle kadınlar için özgürlük, daha serbest bir hayat, özellikle kültürel alanlar için yaratıcılık; ancak ne yazık ki bu kazanımlar günümüzde giderek sorgulanıyor.
Günümüzde Fransızlar, Mayıs 68 olaylarını nasıl değerlendiriyor?
Sarkozy gibi bazı insanlar için şimdiki Fransa’daki kötülüklerin kaynağı, başarısız bir devrim. Bazıları ise bunu dominant bir nostalji olarak görüyor, ama genel olarak o dönemden daha az konuşuluyor.
“Düşler, Tutkular ve Suçlar” filmi gibi Mayıs 68 olaylarını konu edinen başka filmler önerebilir misiniz?
Philippe Garel’in Les amants réguliers ve Louis Malle’in Milou en mai filmini biliyorum. Ayrıca La Chinoise başta olmak üzere Jean-Luc Godard’ın o döneme ait tüm filmlerini biliyorum.
FΩRMIdea Istanbul, 19/05/2017.